25 Ocak 2017 Çarşamba

sanatı üstünde yaşat * kot gömlek


Hoşgeldin 2017... Yeni yılla birlikte eski alışkanlıklara geri dönme zamanı geldi... Lise yıllarımda kotlarıma rock guruplarının amblemlerini, üniversite yıllarında ünlü ressamların resimlerini boyardım. Annem tuval mi kalmadı kızım derdi bana :D

Zaman içinde, farklı uğraşlar araya girince uzun süre unutmuştum.

Birkaç yıldır önce stencille sonra kalemle yeniden boyamaya başladım. Ama bu son çalışmam mütevazi olamayacağım beni de benden aldı :D

Sevgili arkadaşım Sebla'nın kot gömleğine Frida Kahlo'nun kendimce bir uyarlaması. Frida deyince pek çok kişinin aklına saçındaki çiçekler, kaşlarının kalınlığı ve tabi ki güçlü bir kadın gelir. Benimse aklıma yaşadığı hem bedensel hem ruhsal dayanılmaz acılara rağmen doğadaki ve insanlardaki güzelliği görebilen muhteşem bir ruh geliyor...

O yüzden benim için dünyaya gelmiş en güzel ve en özel insanlardandır Frida... Pes etmemeyi, yediği kazıklara rağmen kendinden ödün vermeyip ayakta kalabilmeyi, daha da önemlisi kendisi olmaktan asla vazgeçmeyen inançı güzelliği beni hep etkilemiştir. Onu hep en güzel çiçeklerden daha güzel görmekteyim...

Kot üzerine tekstil boyası ve tekstil medium ile karıştırılmış akrilik boyalar kullandım. 24 saat bekledikten sonra arkadan ılık buharsız ütüyle ütüleyip boyalar sabitlenir ve çamaşır makinasında 30 derecede yıkanabilir. Mümkünse sıkma yaptırılmazsa boyaların çatlama riski de ortadan kaldırılmış olur...
Aşağıda Frida'nın boyama hikayesi ile baş başa bırakıyorum sizi :)







Sevgiyle kalın blog severler... Mutlu bir yıl diliyorum size... Ankara'lı bloggerlar... 12 Şubat'da el boyaması takılarımla Neva Palas'da Tasarım Pazarındayım... Bilginize efem ;)

mektup



Bu mektubu kalbim sıkışmadan, gözlerim dolmadan, canım acımadan yazabilmek için 6 yıl, 6 ay ve 23 gündür bekliyorum. Anladım ki öyle bir gün hiç gelmeyecek...

1998 yılının Ocak ayının 4. günü... Seninle yüz yüze tanıştığımız gün. 19 yıllık bir dostluğumuz var yani seninle... Tanıştığımız gün bugün gibi gözümün önünde... Soğuk, kasvetli ve zordun. Seninle tanışmayı çok istemiş olmama rağmen, artık o kadar da emin değildim bu isteğimden. Pasaport kontrolünün bitecek gibi görünmeyen kuyruğunda beklerken soğuk ve itici bir pazar akşamını yaşıyordum. Elimizde eşyalar, sırtımızda çantalar ve kucağımızda 1 yaş, 1 ay ve 16 günlük kızımızla kahverengi, boğucu salonda giriş yapmayı bekliyorduk.Yorulmuş, bunalmış, endişelenmiş ve iyice meraklanmıştım. "Ne yaptım ben?" sorusu bir gelip bir giderken zihnimde, sokaklarına çıktım. Karanlık, karlı ve gri sokaklarına... Ve seninle tanıştırıldık resmen...

Bilmediğim caddelerinde, bilmediğim binalarının ve parklarının, tanımadığım insanlarının önünden arabayla geçerken, çok zor görünmüştün bana...

İtiraf etmeliyim ki ilk aylar beni çok yordun. Bir yaşını henüz geride bırakan kızımla -20 derecelerde sokaklarında beni çok yıprattın. Sera'nın kat kat giyinme alışkanlığı eminim ki o zamanlardan kalma :D Yine de pes etmedim. Artık evimdin. Ağlasam da, ağlatsan da beni kabul etmeliydin, seni kabullenmeliydim. Karlı ve buzlu kaldırımlarında yürümek zordu, yürüdüm. Bebek arabasıyla metroya inmek zordu, indim. Dilini öğrenmek zordu, tabelalarını, reklam panolarını okuya okuya söktüm alfabeni... Ben direndikçe sen çözüldün, sen çözüldükçe ben seni okudum. Büyük harflarini, küçük harflerini, el yazılarını...

Sonra üzerindeki gri bulutlar dağıldı, çamurdan kirlenmiş beyaz örtünü soyundun, ağaçlar yeşerttin bana. Sen bana ısındın, ben sana... Gülümsedin, gülümsedim. Barış ilan ettik, sevmeye başladık birbirimizi. Asıl seni tanımaya işte o zaman başladım, tanıdıkça sevdirdin kendini... Sevdikçe daha derine indim, derinlerde belki de kendimi gördüm, gördükçe seni daha da merak ettim... O zaman anladım ki "Moskova'da yaşanmaz! Moskova yaşanılır!" O zaman yaşamaya başladım seni, evim dedim sana... 12 yıl, 6 ay, 6 gün boyunca...

Bu yazdıklarıma seni tanıyan ya da tanımayan pek çok kişi anlam veremeyecek. Ama biliyorum ki seni benim gibi tanıyanlar, benim gibi gözleri dolarak senden uzaktalarsa içleri sızlayarak okuyacaklar. Senin sokaklarını benim gibi arşınlayanlar...

Ne güzel insanlar, ne güzel arkadaşlıklar, ne güzel dostluklar... Sen bizi de bir arada tuttun. Birbirimize tutunmamıza, sırt sırta dayanmamıza sebep oldun. Belki farkındasın, belki değilsin, bizleri birbirimizin en yakın arkadaşı, ağabeyi, ablası, annesi, babası, kardeşi, dert ortağı yaptın. Gözümü kapatıp hangi bir köşeni düşünsem gözümün önüne bir dost yüzü gelir. Her köşende, her sokağında, her parkında, her binanda bir yüz beni karşılıyor sıcaklıkla...

Uzun süre fotoğraflarına bakamadım, şarkılarını dinleyemedim. Seninle anılarını paylaşanları delice kıskandım. İtiraf ediyorum ki bunlar hala kalbimi sıkıştırıyor. Hala çok özlüyorum...

Kimisine göre ben seni değil sende yaşanmışlıklarımı özlüyorum. Ama zaten bir şehri kalbimizde yaşatmamızın sebebi onun içinde yaşadıklarımız ve yaşayacağımız ihtimaller değil mi? Tabi ki yaşanmışlıklarımı da özlüyorum. Gencecik yeni bir anne olarak geldim sana. Sende olgunlaştım, sende hayatı öğrendim. Sende sevinç ve üzüntü gözyaşları döktüm. Sende hasretin ardından kavuşmayı gördüm. 1 harika bebekle geldim sana 2 harika çocukla döndüm. Ayaklarımın üzerinde durmayı sende öğrendim.

Sokaklarını tek tek arşınladım. Sende yürümeye bayılırdım. Hangi sokakta karşıma hangi sürprizle çıkacağını bilmemeye bayılırdım... Vitrinsiz mağazalarını keşfetmek, ismi duyulmamış müzelerini daha navigasyon bile yokken elimde harita sokak sokak arayıp bulmak... Mistik hikayelerine kapılıp gitmek... Sayende bir şehir romantiği oldum çıktım... İyi ki yaptım. İyi ki seni yaşadım...

Ama biliyor musun? Aslında çok zorsun. Kolay kolay kendini açmıyorsun herkese. Gerçek seni görebilmek için beni epey uğraştırdın. Ama kalbine giden ara sokaklarını bana çaktırmadan açınca, anladım ki sen de beni sevdin, dostun, arkadaşın olarak kabul ettin. Oysa ben o kadar çabalamayıp, şikayetlenip, bir an önce senden kurtulmanın yollarını arasaydım, herkese yaptığını yapacak, ana caddelerinde göz boyayarak büyüleyip sonra beni ters köşeye yatıracaktın. Çabamı takdir etmelisin...

Sahi, genelde öyle oluyor değil mi? Sana gelenlerin bir burnunu sürtme alışkanlığın var. Soğuğunla, kasvetinle, kahverengi ve grinle, zor koşullarınla şöyle bir silkeliyorsun insanı. Arada masalsı soğan kubbelerin ve kırmızı gösterişinle büyülüyor, ertesi gün bir tokatla yere yığıyorsun. İnce eleyip sık dokuyorsun yani. Ama ben yemedim o "zor" rollerini. O yüzden sen sırlarını bana açmaya karar verdin. Biliyorum. Ben bu ilgiyi söke söke hak ettim. Eh, kendime de biraz pay çıkarabilirim değil mi?

İşin özü мой любимый город, seni çok özledim. Özlüyorum... Beni sana getiren uçakları özlüyorum, kışın karda yürürken gıcırdayan sesini, sonbaharda karşıdan karşıya geçerken yolda biriken yağmur sularında sekmeyi, baharda bir gecede açan çiçeklerini -ki onları getirip 1 gecede dikenlerin farkındayım kadıramazsın, yazın uzadıkça uzayan günlerini, metro kokunu, aheste yol alan tramvayını, sanata düşkünlüğünü, buz gibi havada içeri girince suratına vuran sıcağı, sokaklarında kulağımda dinlediğim müziği, bitmeyen yürümelerimi, bana beni anımsatmanı... Ve çok kıskanıyorum bensiz geçen yıllarını, aylarını, günlerini hatta anlarını...

O günden beri, yani 6 yıl, 6 ay, 23 gündür seni anmadığım 1 gün olmadı. Birgün kalbimde çiçeklerle ziyaretine gelmeyi isterim. Müsait olursan tabi... Biraz oturur laflarız, hasret giderir, eski günleri yad ederiz. Aradaki açığı kapamaya çalışırız umutsuzca. Gerçek dostluklar böyle değil midir. Ne kadar zaman görüşmesen de, sesini duymasan da bir araya geldiğinde hiç bir şey olmamış gibi kaldığın yerden devam edersin. Umarım bizim için de öyle olacaktır. Umarım bir gün, yakın gelecekte bir zaman dilimi... Umarım çok da kısa olmayan bir zaman süreci...

O zamanı sabırsızlıkla bekliyorum. O zamana kadar hoşçakal sevgili yoldaş... Beni unutma... Ben seni unutmadım...

Sevgiler

Seden Sezer
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...